Seyyah
Kaç zamandır hicabından kızaran gül bahçesinin kapısını arşınlamadın, dalında öten bülbülün lisanını duymadın, nicedir gül ile gülü tartan narin gönüllülerin pazarında gül dermedin? Kervan geçmez bir kuyunun dibin de Yusuf gibi çaresizliğini yaşıyorsun. Anne sıcaklığını andıran yorganın altın da bir yumru gibi gibi boğazına demir atan sessiz çığlıklarını yutkunurcasına gözyaşlarınla anlattın yalnızlığına. Can dediklerinin her bir vedası içinde orman yanmasına kıvılcım olur. O yangında tüm zerrelerinin yandığını sandığın zamanlarda yokluk kefenini kaç kez bedenine uydurmaya çalıştın lakin her defasında dar geldi. Acı deryasında her kulaç attıkça kendine yol alıyordun. Kaç göçmen kuşun kanadına umudunu hüzünlerini sarıp asuman aracılığı ile uçurdun gönül kafesinden.
Etin kemiğin harmanlanıp duvarlar içerisinde olan göğüs kafesindeki mekân. Gözlerin görmediği yollar var senden ona ondan sana. Lisanı olup ağzı olmayanlar kulağına fısıldadı sonsuzluğun sesini. Bir boyacının fırça darbelerinden oluşan renk cümbüşü gibi renkliydi o yol.
Sen biliyorsun maddenin sırtına binip yaşadığımız bu dünyanın bir görsellikten ibaret olmadığını. Kış bahara zifiri aydınlığa gebedir. Öfke atına binmiş dörtnala koşuyorsun hangi mekânı tarumar edip enkazınla konaklayacaktın. Fırtına gününde griye çalan renklerin arasın da kendini arayan seyyah gibi kendini özünü arar durursun.
O padişahın hiçbir yere sığmam dediği yer. Sıyrıl orada sırtında ki yüklerin den yalnız içten açılan o kapıyı sonuna kadar aç dünyaya imanın dokunmadığı zifiri karanlık kalmayacak kadar. Neydi o mekân yunus emre cevap verdi kalp Allah ‘ın evidir.