Sarı Gelin Türküsünün Hikayesi

“Şeyh Abdülkadir Geylanî’nin müritlerinden Sananî, şeyhine darılarak firar etti. Yolu Erzurum ve Oltu’ya düştü. Burada tanıştığı bir dervişle yola çıktılar. Penek suyu kıyısına geldiklerinde, derviş, genç Sananî’den kendisini karsıya geçirmesini istedi. Sananî, bu teklifi kabul etmeyince, dervişin, “Benden esirgediğin omuzlarına, domuz yavruları binsin!” bedduasına uğradı. Misafir oldukları Hristiyan Penek beyinin güzel kızına vurulan Sananî, misafirliği uzattı ve sarayın hizmetçileri arasına katıldı. Kendisi sarayın domuz çobanı olmuştu. Şeyhi Geylani, müridi Sananî’nin bu hâlini öğrendi ve çok üzüldü. Beş yüz müridinden, onu kurtarmalarını, gerekirse sevgilisiyle birlikte getirmelerini istedi. Müritler, Sananî’yi, domuz güderken buldular; şeyhin isteğini Sananî’ye bildirdiler. Sananî, ancak sevgilisiyle birlikte gelebileceğini söyledi. Bir sabah erkenden kızı aldığı gibi, kendilerini bekleyen müritlere doğru yola çıktı. Hep birlikte karlı dağa doğru yürüdüler. Onların yokluğunu anlayan saray görevlileri, çevre köyleri aradılar, bulamadılar. Dağlara yöneldiler. Âşıklar ve müritler, takip edildiklerini anlayınca kaçmaya başladılar ve dağin güneyine sarktılar. Takipçiler yetisince çetin bir savaş oldu. Bugünkü Allahuekber dağları, adını bu müritlerin “Allahuekber” sedalarından almıştır. Âşıkların ve müritlerin mezarları da ziyaret yeridir.” Bu iki varyant arasında küçük farklar olsa da, olayın özü ve motifler aynıdır. Günümüze kadar gelen Sarı Gelin türküsünün kaynağı iste bu efsanedir. Sarı Gelin, Penek beyinin kızı, Sinan da San’an veya Sananî’dir. Görülüyor ki burada Ermeni yok! Efsaneler, tarih değildir; onlardan bilimsel sonuçlar çıkarılamaz. Bununla birlikte efsaneler, muhayyilesinden çıktığı milletin hangi değer yargılarını benimsediğini gösterir. Onu ortaya koyanların nelere inandığını, ne gibi ahlâk esaslarına değer verdiğini açıklar. Efsaneler, bir milletin manevî nabzının ölçüsü, toplumsal mizacının ifadesidir. Efsanelerde toplumun şuuraltı hazinelerinin anahtarları saklıdır (Uyguner-1956). Efsaneler, sebebi ve kaynağı bilinmeyen birçok olayın izahında, halk muhayyilesinin meydana getirdiği hikâyelerdir. Bir folklorcunun dediği gibi, efsaneler hayallerde doğar, gönüllerde beslenir, dudaklarda ve kalemlerde yasar (Önder-1955: 6). Zamanla yeni unsurlar alır ve büyür. Sarı Gelin türküsüne konu olan efsane de, halkın dilinde yasarken, kim bilir, ne zaman ve hangi yeni olay üzerine türküye dönüşmüştür... Türkünün ve efsanenin merkezinde bulunan kahramanlar aynıdır: Sarı Gelin ve Şeyh San’an/Sinan. Türkünün varyantları Erzurumlu Faruk Kaleli tarafından derlenen “Sari Gelin” türküsü, günümüzde yaygın olarak su güfteyle söylenmektedir (Bulut-1989: 126): Erzurum çarsı pazar İçinde bir kız gezer Elinde divit kalem Dertlere derman yazar Bu dörtlüğün son mısraı, başka bir yerde, “Katlime ferman yazar” seklinde geçmektedir (Turhan-1999: 113).

Palandöken yüce dağ Altı mor sümbüllü bağ Seni vermem yadlara Nice ki bu canim sağ Bu türküde: Neynim aman aman Hop ninen ölsün Sarı Gelin aman Seklinde söylenen nakaratın ilk mısraı, bazı kaynaklarda, “Neylim aman” seklinde yer almaktadır (Erzurum 98- 239).

1918 yılında, bir hey‘etle birlikte kuzeydoğu illerimizi gezen tarihçi Ahmet Refik Bey, Sarı Gelin türküsünü, Göle’nin Okçu köyünde tespit etmiştir. Bu seyahat notlarından meydana gelen kitabında şunları yazıyor: “Okçu köylü Ali’nin en güzel söylediği, Diyarbekir’de, Erzincan’da, Erzurum’da Kürdî nağmelerle okunan bildiğimiz bir türkü.

Fakat ezgiler burada daha hüzünlü, daha kederli. Türkünün konusu gayet şairane: Bir Türk delikanlısı köyünde yasayan bir Hristiyan kızını seviyor. Sabahleyin tarlaya giderken pesinden ayrılmıyor. Aksamları sürüler ağıllarına dönerken sevgilisinin güzelliğini seyrederek ruhunun ateşini dindirmeye çalışıyor. Kalbi ve kafası o derece meşgul oluyor ki, sonunda taptığı haçı, sevdiği salibi/haçı görmek istiyor. Kalbi heyecan içinde çarparak bir pazar sabahı kalkıyor. Güneş yamaçlara altınlar serper, kuşlar tatlı cıvıltılarla ortalığı seslendirirken kiliseye gidiyor. Bir köseye çekiliyor. Sevgilisinin taptığı haçı, kilisede yapılan ayini seyrediyor. Türkü söyle başlıyor: Vardım kilisesine baktım haçına Mâil oldum bölük bölük saçına Kız seni götürem İslam içine Vay Sinan ölsün Sarı Gelin Âh seni vermem dünya malına. Şarkının nakaratı o kadar hazin, o derece tesirli ki... Ali, elini sakağına koymuş, gözleri yas dolu, ruhundan kopan acılarla feryat ediyor: Vay Sinan ölsün Sarı Gelin Vay Sinan ölsün Sarı Gelin Seni vermem dünya malına... Dedikçe güya ağlamak istiyor. Sari Gelinler orada da mi bedbaht âşıkları bu derece büyülemişler (Altınay- 2001: 71-72)?
[video width="540" height="380" mp4="https://www.dinlence.xyz/wp-content/uploads/2018/09/Yavuz-Bingl-Sar-Gelin.mp4"][/video]

Sari Gelin türküsünün halk ağzında dolasan ikinci dörtlüğü de şöyledir: Vardım kilisesine kandiller yanar Kiranta kesişler pervane döner Tersa sevmiş deyin el beni kınar Vay Sinan ölsün Sari Gelin Seni saran neyler dünya malin. (Seni alan neyler dünya malin) Ünlü “Kars Tarihi” adli eserinde, Kıpçaklardan bahsederken, Sarı Gelin türküsüne de değinen Kirzioglu, bu türkünün Kars ve bir zamanlar halkı Türklerden meydana gelen Erivan’da söylenen bir başka varyantını da veriyor: Irevan çarsı pazar İçinde bir kız gezer Elinde divit kalem Dertliye derman yazar. dörtlüğü ile başlayıp: Sari Gelin, sari kız Ettin ömrüm yârı kız nakaratlarıyla ve bar/halay havası olarak da söylendiğini belirtir (Kirzioglu-1953: 380-381).
Kirzioglu, türküde: Sari kız, Sari Gelin Dünyanın varı gelin nakaratı olduğunu da şifahen belirtmiştir. Burada bahsettiğimiz on birli ve yedili heceyle söylenen iki çeşit Sarı Gelin türküsü olduğu anlaşılıyor. Her iki türküde de Sarı Gelin ve Sinan isimleri geçiyor. Bu isimlerin efsanedeki Seyh San’an ile sevgilisinden geldiği açıktır. Ünlü Türkolog Prof. Dr. Kirzioglu, “Sari Gelin türküsü ve Seyh San’an efsanesi, XII. yüzyılda Kafkaslar kuzeyinden gelen Ortodoks Kuman/Kıpçakların hatırasından kalmıştır.” diyerek türkünün kaynağını kesin şekilde belirtiyor (Kirzioglu-1958: 133).

Ünlü sair ve yazar Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum halk havalarından bahsederken, “Erzurum çarsı pazar, diye başlayan bu türkünün canlandırma kudretine daima hayran oldum.” Demektedir (Tanpinar-1976: 201). Sarı Gelin, bir oyun havası olarak, Kars oyunları arasında da geçmektedir (Bugün-1959). Gazimihal’in, “Yurt Oyunları Kataloğu” ile Kirzioglu’nun, “Kars ili Halk Oyunlarının Adları”nda Sârı Gelin’i de görüyoruz (Tan-1977; Kirzioglu-1960). Azerbaycan’da söylenen Sarı Gelin nakaratlı türkünün ilk kıtası şöyledir: Saçın uzun hörmezler Gülü gonçe dermezler Bu sevda ne sevdadir Seni mene vermezler Neynim aman Sari Gelin (Namazeliyev-1993: 62). Sari Gelin türküsünün bir Türk eseri olduğunu böylece ortaya koyduktan sonra, meselenin Ermeni tarafına da bakalım. Sunu hemen belirtmeli ki, türkünün ortaya çıktığı coğrafyada Türk unsuru hâkimdir. Ermeniler ise bir azınlıktır. Büyük imparatorluklar kurmuş bir milletin, kendi himayesinde yasayan bir azınlıktan türkü, hele oyun havası alması uzak bir ihtimaldir. İkinci bir husus da türkünün dayandığı mevcut folklor malzemesidir.

Bu malzeme olmasaydı, türkünün kaynağı meçhul kalacaktı. O zaman, bir propagandaya malzeme olsa da, türkünün Ermeni mahsulü olup olmadığı tartışılabilirdi. Hâlbuki durum öyle değil. Türküyü ortaya çıkaran kuvvetli halk edebiyatı verimlerine sahibiz. Ermeniler ve Türk kültürü Osmanlı Devleti zamanında, Türk’ün sadece kuvveti değil kültürü de üstündü. Bu üstünlük, diğer kavimleri de derinden etkilemiştir. Klasik müziğimizdeki Ermeni besteciler, bunun açık delilidir. Bizim ruhumuzu terennüm eden nağmeleri onlara çaldıran ve söyleten, bizim kültürümüzün zenginliği ve derinliğidir. Ermenilerin âşık edebiyatımızdaki yeri üzerinde layıkıyla durulmamıştır. Bilhassa XIX. yüzyılda çok güçlü olan âşık edebiyatımızın etkisinde kalan Ermeni âşıklar bulunmaktadır. Buna en canlı örnek, Ahilkelekli Kenziya’dır. Posof’lu ünlü halk şairi Yusuf Zülâlî, defterlerinden birinde, Kenziya’dan bahsetmektedir. Zülâlî, Kenziya’yla 1892 yılında Batum’da karşılaşmıştır. Bu sazlı sözlü karşılaşma esnasında, Kenziya söyle demektedir: Bir anadan bir babadan gelmişiz Biz buna etmişiz iman Zülâlî Eğer böyle ise niçin olmuşuz Biz size siz bize düşman Zülâlî? Kenziya, bir yerde de söyle demektedir: Cami, kiliseyi birleştirelim Bu halkı oraya yerleştirelim Allah Allah diye dilleştirelim Birdir, iki değil Sübhan Zülâlî İki âsikin karşılıklı söyleşmesi, bu dostluk havasi içinde devam etmektedir. Bu deyişmenin büyük bir bölümü elimizde bulunmaktadır. Zülâlî (1873-1956), eski yazıyla kaleme aldığı hatıralarında, Kenziya’nin çok iyi Türkçe konuştuğunu, saz çaldığını, Âsık Kerem hikâyesini Ermeniceye çevirdiğini ve Bayburtlu Zihni’nin şiirlerini pek sevdiğini haber vermektedir. Ermenilerin, Türk halk hikâyelerini kendi dillerine çevirdiklerini, bunu yaparken İslâmî motifleri değiştirdiklerini biliyoruz.

XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında, Ermeni halkı arasında, hayli ilgi gören halk hikâyelerimiz, defalarca basılmıştır. Türk halk hikâyelerini Ermeniceye çeviren iki önemli isimden biri halk şairi Civanî (1846-1909), diğeri de Agek Muhtaryan’dir. Bunlar, Âsik Garip, Kerem ile Asli, Sah İsmail, Ferhat ile Şirin, Asuman ile Zeycan, Köroğlu, Emrah ile Selvi, Leylâ ile Mecnun vb. gibi ünlü halk hikâyelerini, “tercüme, tebdil ve neşr etmişlerdir.” Civanî’nin çevirdiği, Kerem ile Asli hikâyesi, 1888 yılında Gümrü’de basılmıştır. Bu eser, sonraki yıllarda birkaç defa daha basılmıştır. Muhtaryan, Civanî’den farklı olarak, yaptığı tercümelerde, bu hikâyelerdeki şiirleri, eserin aslında olduğu gibi muhafaza etmiş ve bu koşmaları her iki dilden vermiştir. Azerbaycanlı İsrafil Abbasov, bunları uzun bir makale çerçevesinde tahlil etmiştir (Abbasov-1977: 54-137).

Bu tahlillerden su sonuç çıkıyor: Ermeniler ne şekilde tercüme ederlerse etsinler, bu hikâyeler, aslî sahibi olan Türk milletine aittir. Ermeniler, yüzyıllarca ayni coğrafyada yasadıkları Türklerin kültüründen derinden etkilenmişlerdir. Papazlar, mahallî örf ve âdetleri Türk etkisinden kurtarmak için çok çaba göstermişlerdir. Bu çabalarında kısmen başarılı olmuşlarsa da, Türk halk musikisini terennümden vazgeçirtip Ermeni halk şarkıları icad etmek hususunda başarılı olamamışlardır. Bu bilgileri aktaran tarihçi ve musiki araştırmacısı Kösemihal (1900-1960), 1929 yılında basılan kitabında: “Tahkik ettik, (Erzurum Ermenileri) bundan otuz sene evvel yalnız bizim türküleri söyleyip bar oynarlarmış. Yozgat, Bayburt Ermenilerinin yalnız Türkçe türküler kullandıklarının en güzel delili, bu havali Ermenilerinin bundan yetmiş sene kadar evvel Ermeni harfleriyle yazıp E. Liman’ın neşrettiği Türkçe türkü güfteleridir.” demektedir (Kösemihal-1929: 34-36). Sonuç Sarı Gelin, Kars ve Erzurum çevresinde efsane, türkü ve oyun olarak yasamakta; halk kültürümüzün birden çok unsurunda yer almış bulunmaktadır. Birbirini çok seven iki âşıktan birinin, başka bir kavimden, başka bir dinden olması, halkımız tarafından olumlu karşılanmıştır. Bu hoşgörüyü dile getiren manilerden biri şöyledir: Bahçelerde mormeni Verem ettin sen beni Ya sen İslam ol ahçik Ya ben olam Ermeni Kerem ile Asli Hikâyesi’nin Asli’si, bir Ermeni keşişinin kızıdır (Banarli-1971: 729). Bu Ermeni kızının adi, yüz yıllardan beri Türk kızlarına isim olmaktadır. Bir başka hikâye veya efsane kahramanının Ermeni olması da mümkündür... Sâri Gelin de gerçekten Ermeni olsaydı, öylece kabul edilebilirdi. Bütün bu açıklamalardan sonra, Sârı Gelin türküsünün, nerede söylenirse söylensin, hakim toplum olan Türklerden alındığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Bu türkünün hiçbir yerinde Ermeni unsuru yoktur. Ermeniler, bir gün oluyor, el dokumalarımızdaki motiflere, bir gün oluyor ünlü bir mimarimize sahip çıkıyorlar. Simdi de Sâri Gelin türkümüzün, kendilerine ait olduğunu söylüyorlar. Bu iddianın da, Anadolu toprakları üzerindeki hayallerinden farkı yoktur. Bir politikacı tarafından yazılan romanın, Ermeni bir vatandaşımız tarafından senaryo hâline getirilmesiyle, güzel bir türkümüzün Ermenilere mal edilmesi meselesi, iki yıldan beri tartışılmaktadır. Gazeteciler, türkücüler, sarkıcılar, kahveciler ve dernekçiler konuşuyor. Halk edebiyatı sahasında çalışan bilim adamlarımız, bu tür konulara eğilmelidir.

KAYNAKLAR

ABBASOV, İsrafil (1977), Azerbaycan Dasitanlarının Ermeni Diline Tercüme, Tebdil ve Nesri Meselelerine Dair,
Azerbaycan Şifahi Halk Edebiyatına Dair Tetkikler, Elm Neşriyatı, Baki. ALTINAY, Ahmet Refik (2001),
Kafkas Yollarında-Hatıralar ve Tahassüsler, (Haz. Y. Zeyrek), Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul. BANARLI, Nihat Sami (1971),
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. II, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul. BERDZENISVILI, N.- CANASIA, S. (2000),
Gürcistan Tarihi, Çev. H. Hayrioglu, Sorun Yayınları, İstanbul. BUGÜN gazetesi (1959),
Kars’i Tanıtma ve 1855 Kars Zafer Abidesini Yaptırma Derneğinin Zafer Sinemasında Yaptığı Gece, 21 Ağustos, Kars. BULUT, Sebahattin (1989), Damla Damla Erzurum, Ankara. ERZURUM 98 (1998), Erzurum Yıllığı, Ankara. HÜRRIYET (2000),
Sari Gelin Meydan Savaşı, 22 Kasım, İstanbul.

kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/muzik/yerli-muzik/211239/sari-gelin-turkusunun-oykusu-sari-gelin-ermeni-turkusu-mu.html



Çıktım Kozan'ın Dağı'na Türküsünün Hikayesi

Kars Elinin Maralı Türküsünün Hikayesi

Yıktılar Kalamızı Sürdüler Balamızı Bir Kerkük Türküsü Hikayesi

Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Türküsünün Hikayesi

Ey Güzel Kırım Türküsü

Çırpınırdın Karadeniz Bakıp Türk'ün Bayrağına Türküsünün Öyküsü

Harmandalı Türküsü'nün Hikayesi

Karayılan Destanı... Gaziantep Müdafaası Hikayesi

Çökertme 'Halilim' Türküsünün Hikayesi

Çarşambayı Sel Aldı Türküsünün Hikayesi

Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz Türküsü

Dersini Almışda Ediyor Ezber Türküsünün Hikayesi

Kırmızı Gül Demet Demet Türküsünün Hikayesi

Aşık Reyhani Hayatı ve Şiirleri

Bodrum Hakimi Türküsü'nün (Bodrumlular Erken Biçer Ekini) Hikayesi

Sefil Baykuş Türküsünün Hikayesi

Gelin Oldum Karabel'in Eline Türküsü'nün Hikayesi

Alıver Anneciğim Alıver Çantamı Asayım Koluma (Kurlar Kışlaları) Türküsünün Hikayesi

Evlerinde Bir İpekten Halı Var Türküsünün Hikayesi

Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım Türküsünün Hikayesi

Mektebin Bacaları Türküsünün Hikayesi

Aşkın Ne Derin Yaralar Açtı Ciğerimde Türküsünün Hikayesi

Ceviz Oynamaya mı Geldin Odama Türküsünün Hikayesi

Devrent Deresine Duman Bürüdü Türküsünün Hikayesi

Ağgül Seni Camekanda Görmüşler Türküsünün Hikayesi

Acem Kızı Türküsünün Hikayesi

Edirne'nin Ardı Bağlar Türküsünün Hikayesi

Ahmet Bey'in Bir Küheylan Atı Var Türküsünün Hikayesi

Hey Onbeşli Hikayesi ve Türküsü

Bebek Ağıtı'nın Hikayesi (Avşar Ağıtı Orta Anadolu)

Ormancı Türküsünün Öyküsü

Söyleyin Anama Damda Yatmasın (Şahin Bey) Türküsünün Hikayesi

Muş Ovası Türküsünün Hikayesi

Ezo Gelin Türküsünün Hikayesi

Hey Onbeşli Onbeşli Türküsünün Hazin Hikayesi

Suzan Suzi Türküsünün Hikayesi

Kara Kaş Gözlerin Elmas Türküsünün Hikayesi

Cemal'im Türküsünün Hikayesi

Ordunun Dereleri Aksa Yukarı Aksa Türküsünün Hikayesi

Yemen Türküsü (Burası Muştur Yolu Yokuştur) Hikayesi

Hekimoğlu Türküsünün Hikayesi

Sarı Gelin Türküsünün Hikayesi

Bitliste Beş Minare Türküsünün Hikayesi

Kışlalar Doldu Bugün Uzun Havasının Hikayesi

Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa Türküsünün Hikayesi

Kapıyı Çalan Kimdir? Türküsünün Hikayesi

Arpa Ektim Biçemedim (Ali Paşa) Türküsünün Hikayesi

Odasına Vardım Gayfe Pişirir Türküsünün Hikayesi

Yürüyorum Dikenlerin Üstünde Türküsünün Hikayesi

İki Keklik Bir Kayada Ötüyor Türküsünün Hikayesi

.